Maçka’da güzel bir güne uyandım. Otelde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra ilk durağım olan Sümela Manastırı’na doğru yola çıktım.
Sümela Manastırı bu kadar senedir bilip de gitmediğim bir yerdi. Ülkemizdeki en önemli kültürel noktalardan biri. Bugüne kadar buraları ziyaret etmemiş olmam ayıp. Ama böyle gezileri, bu ayıplarımızı telafi etmek için yapmıyor muyuz?
Maçka ilçe merkezinden geçtikten sonra Sümela Manastırı’na vardım.
Manastırın kendisini ziyaret etmeden önce hemen girişte yer alan Aziz Barbara (Aya Varvara) şapelini ziyaret ettim. Zira buranın yakın tarihimizde geçen ilginç bir öyküsü var.
Burada iki kutsal emanet varmış. Mübadele döneminde buradaki Rumlar, Yunanistan’a giderken bu emanetlerin başına bir şey gelmesin diye emanetleri bu şapele gömmüşler. Bu emanetlerden ilki, İsa’nın çarmıha gerildiği haçın parçalarından biri. Diğeri de hikayede anlatılan ikon. 1931’de Yunanistan’a emanetleri alması için izin verilmiş. Onlar da emanetleri alıp Yunanistan’a götürmüşler.
Aya Varvara şapelini ziyaret ettikten sonra sıra, Sümela Manastırı’na geldi. Sümela’nın hikâyesinden de kısaca bahsedeyim.
Sümela adı, “melas” kelimesinden türemiş. Melas, o zamanlarki yerel halkın dilinde “karanlık” demek. “Stou melas” ise yerel dilde “karanlıktaki” anlamına geliyor. Zamanla Stou melas, sou melas’a, bu da Sümela’ya dönüşmüş.
Tek bir seferde inşa edilmemiş burası. Tam 1600 yıl boyunca farklı dönemlerde eklenen yapılar ile bugüne gelmiş.
Manastır’ın kuruluşu hakkında Karadeniz Rumlarının anlattığı bir efsane var. Efsaneler gerçeklerden daha gizemli. O zaman bu efsaneyle başlayalım.
Atinalı iki keşiş, Barnabas ve Sophroinos; İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’nın yaptığı Meryem’in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonu yani dini resmi rüyalarında görürler. Her ikisi de aynı rüyayı gördüklerinden habersizdir. Rüyalarında resim, bir dağdadır. Bu dağı bulmak için yola çıkarlar. Birbirlerinden habersiz bir şekilde Trabzon’a gelirler. Şu anda Sümela Manastırı’nın olduğu yere gelirler ve birbirleriyle karşılaşırlar. Rüyalarını birbirlerine anlatırlar. Aynı rüyayı gördüklerini anladıktan sonra buraya bir kilise yapmaya karar verirler.
Hikaye böyle. Ancak tarihçiler, manastırın ne zaman kurulduğunu kesin olarak bilmiyorlar. İmparator I.Theodosius zamanında kurulduğuna dair güçlü bir inanış var. Anadolu’daki Hristiyan topluluğu için tarihte önemli bir yere sahip olmuş bu manastır. Manastıra Osmanlı da büyük ilgi göstermiş. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon’u aldığında Sümela Manastırı’nı özel olarak görmek istemiş. Manastırı gördükten sonra da manastırı himayesi altına almış ve kendinden sonra gelen sultanlar da bu geleneği devam ettirmişler.
Sümela Manastırı’nın sadece kendisi değil, bulunduğu bölge de oldukça ilginç. İnsanların bu kadar zor coğrafi koşullarda böyle bir yapıyı nasıl yaptıklarını düşününce insanın etkilenmemesi mümkün değil.
Sümela Manastırı’nda birkaç saat geçirdim. Burayı ziyaret etmek için en az yarım gün gerek. Ancak benim yolum uzun. Yola devam ediyorum.
Sümela’yı gördükten sonra Trabzon’a vardım. Karadeniz’e gelmişken, bir pide yemeden dönmek olmazdı. Biraz sordum soruşturdum. Adres olarak Trabzon Otogar Sanayi yakınındaki Terminal Pide’yi aldım.
Dedikleri kadar varmış. Sağolsunlar, neredeyse tüm pidelerden tatmamı sağladılar. Pideler ince. Tam kıvamındaki İtalyan pizzaları gibi. Malzemeler de özel. Harika bir tat. Böyle bir tadı İstanbul’da bulmak zor.
Terminal Pide’de neredeyse herkesin üstünde Trabzonspor forması vardı. Meğer o akşam Trabzonspor’un Avrupa maçı varmış. Pek futbolla ilgilenmem ama Avrupa maçı varsa, o zaman hepimiz Trabzonspor’luyuz! Maçı Trabzon’da seyredemedim. Artık bir dahaki sefere.
Pide yerken Instagram’dan gelen bir mesaj dikkatimi çekti. Trabzon’daki Nekipedia takipçileri, beni davet ediyordu. Biraz geç görmüşüm mesajı ama davetlerine icabet ettim. Ayaküstü sohbet ettikten sonra yola koyuldum.
Hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Karadeniz sahil yolundaydım.
Rize’den geçerken dev çay bardağı heykelini görünce, “madem çayın başkentine geldim, bir çay içeyim” dedim ve Rize’de ufak bir çay molası verim.
Rize’den sonra artık hedef Çamlıhemşin. Ama burası Karadeniz. Burada hiçbir şey kolay değil.
Rize’den sonra sağanak yağmur başladı. Göz gözü görmeyen bir yağmur. Ama BMW Motorrad sürücü ekipmanlarım sayesinde en ufak rahatsızlık çekmeden yolumu tamamladım.